3 Ağustos 2016 Çarşamba

PEŞ PARALUK ADAM


PEŞ PARALUK ADAM


Günlerce süren yağmurdan sonra güneş dere yamacının üzerinden yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı. Havada bol oksijenli, temiz bir koku buram buram etrafa yayılıyordu. Derenin şırıltısı sanki orkestradaki güzel bir müziği mırıldanıyordu. Her yer yemyeşil, bu yeşilliğin arasında da kırmızı, sarı, mor çiçekler, güller manzarayı tamamlıyordu. İnsanın ruhunu okşayan bir manzara…
Derenin üzerinde çelik halatlar üzerine tahtalarla örülmüş bir asma köprü… Köprünün üzerinde oynayarak bize doğru gelen iki küçük güzel kız…
İnsanlar kasabanın meydanındaki kahvenin önüne yavaş yavaş toplanıyorlardı. Çayeli’nin Madenli Kasabası… Bu isim işgal yıllarında Rusların işletmeye başladığı ‘Çayeli Bakır İşletmeleri’nden gelmektedir. Daha önce “Maden Köy” olarak anılmakta idi.
Madenli Belediyesi’nin Belediye Başkanı Ahmet Hoca herkesçe sevilen sayılan birisi… Kur’an Kursu’ndan emekli bir zat… En büyük zevk aldığı şey, belediyedeki işlerini bitirdikten sonra halkla sohbet etmek…
O gün de yine öyle yaptı. Belediyedeki işlerini bitirdi. Belediyenin altındaki kahvenin önüne geldi. Öğretmenlerle birlikte bir masaya oturdu. Etrafına halk toplandı. Bir mevzu açarak sohbete başladı.
“Bakın uşağum!..”

Herkes pür dikkat Ahmet Hoca’yı dinliyordu. Çünkü biliyorlardı ki Ahmet Hoca konuştu mu boş konuşmazdı. Mutlaka ders alınacak güzel öğütler verirdi. “Ya susar, ya hayır söylerdi.”
“Size pi şeyler anlatacağum! Bir insanın parayla ölçülebilecek bir değeru vaadur.”
Herkes susmuş, ne demek istediğini düşünüyordu. Ben itiraz eder gibi söze karıştım. Çünkü biliyordum ki Ahmet Hoca bunu söylemişse boşa söylememiştir. Ne demek istediğini anlamak için;
“Oluu mu Hocam? Hiç insanın değeru parayla ölçülüü mi? Maddi varlık deel ki insanlıuk, parayla ölçülebilsun!...”
Zaman zaman ben de Rize ağzıyla konuşuyordum, farkında olmadan. Etrafımız gittikçe kalabalıklaşıyordu. O kadar kalabalığa rağmen  “çıt” çıkmıyordu.
Ahmet Hoca önüne konan buram buram kokan çayından bir yudum aldı. Derin bir nefes aldıktan sonra tam söze başlayacakken Çayeli’nden belediye otobüsü geldi. Sustu. Yolcuların inmesini bekledi. Konuşmaya başladı:
“Bakın uşağum! Söz gelimu, bir kişu yolda pin lira pulsa, hemen oni alur, cebuna ataa. Demak ki o adam pin liraluk adam.”
Sonra kahvecinin “çaylaar” diye sesi duyulur. Sanki askerdeki komutanın emriymiş gibi, oturanlar masanın üzerindeki, ayaktakiler ellerindeki çaylarından birer yudum alırlar.
”Ben da kenduma çok güveniyorum, emme, acaba yuzbin lira pulsam ne yaparum? Ellah göstermasun, dönüp da pakmam bila! Ya gerçekten yuzbin lira pulsam?…”
Yutkundu. Pardösünün altındaki kaşkolünü düzeltti. Kravatını görünecek şekle getirdi.  Çayından son yudumu aldıktan sonra,
“Uşağum! Çaylaru tezele daaa!”
Hepimiz bir tefekkür içinde idik. Belli ki herkes Ahmet Hoca’nın ne dediğini, ne demek istediğini, ne diyeceğini düşünüyordu.
“Demak ki, ben da yuzbin liraluk adamum!
Taşı gediğine koymuştu Ahmet Hoca!.. Ama söyleyecek bir sözü daha vardı.
“Acaba çevramuzda kaç tene ‘peş paaluk adam vaaa? Sadece para konusunda mı?... Kul hakkı yiyenler… Miras yiyenler… Daha niceleru…  “Peş paraluk adam” değil mi?...”

28 Temmuz 2016 Perşembe

SURİYE’DE BİR NESİL YOK OLDU!...


SURİYE’DE BİR NESİL YOK OLDU!...

ALİ İHSAN TOSUN


                Esad’ın Suriye’sinde… 21. Yüzyılda… Arap Baharı rüzgarına kapılan bir nesil kayboldu!... Esad’ın inadı, egemen güçlerin oyunu nedeniyle…

                ***
                Bin yıl öncesi… Mevlâna, Fîhi Mâfih adlı eserinde; ‘’ Nebîlerin, velilerin iyi ve kötü bütün yaratıkların durumları derece ve cevherlerine göre şöyledir: mesela kâfirlerin ülkelerinden Müslüman vilayetlerine köleler getirip satarlar. Bunların bazısını beş, bazısını on ve bazısını on beş yaşında getirirler. Küçük bir çocuk iken getirilenler, uzun yıllar Müslümanlar arasında büyütülür, terbiye edilir ve yaşlanırsa, kendi yurtlarının durumunu tamamen unuturlar ve akıllarında oraya ait hiç bir şey kalmaz. Getirildikleri zaman yaşı biraz daha büyük olanlar az bir şey hatırlarlar. Adamakıllı büyükken getirilmişlerse, daha çok şey aklında kalır.’’ demektedir.

                Bu sözden şöyle bir çakarım yapabiliriz: Binlerce, milyonlarca Müslüman Suriyeli çocuk, genç, ihtiyar Türkiye’ye, Lübnan’a sığınmışlardır. Bu ülkeler Müslüman ülkelerdir. Ya Avrupa’ya sığınan milyonlar!...

                ***
                Avrupa’ya sığınan özellikle çocuk yaştakiler kiliselerde barınmaktadır. Burada Hıristiyan eğitiminin yanında çarpık ilişkilere zorlanmaktadır. Ahlâksız, uyuşturucuya bağımlı, kişiliksiz nesiller yetişmektedir. Düşünemeyen, düşündüğünü uygulayamayan, çalışmayan, Hıristiyan sempatizanı, İslam düşmanı bir nesil!...

                ***
                Çocuk yaştakiler ne yazık ki Mevlana’nın da belirttiği gibi küçük bir çocuk iken Avrupa’ya göç edenler, uzun yıllar Hıristiyanlar arasında büyütülecek, terbiye edilecek ve yaşlanırsa, kendi yurtlarının durumunu tamamen unutacaklar ve akıllarında oraya ait hiç bir şey kalmayacak... Dinlerinin vecibelerini, kültürlerini unutacaklar. Hıristiyan gibi yaşayacaklar, Allah korusun.

Belki de sorumsuz, bilinçsiz, umarsız, kozmopolit bir hayat yaşayacaklar. Uyuşturucuya bağımlı, ahlaksız, yozlaşmış, toplumun başına bela, yüz karası gençler olarak yaşayacaklar. Ne acı bir tablo!...
                Getirildikleri zaman yaşı biraz daha büyük olanlar az bir şey hatırlayacaklar. Batının nefse uygun yaşantıları belki de hoşlarına gidecek. Onlar da kendi yurtlarının durumunu tamamen değilse bile unutacaklar ve akıllarında oraya ait çok az şey kalacak... Dinlerinin vecibelerini, kültürlerini unutacaklar. Hıristiyan gibi yaşayacaklar!...

Adamakıllı büyükken göç etmişlerse, daha çok şey aklında kalır ama onların da yaşı ilerlemiştir. Bir varlık gösteremezler bile!...

***
Birçok Müslüman ülkeye bunu yapmadılar mı? Birçok Müslüman Ülkeyi bu hale düşürmediler mi? Afganistan, Arakan, Myanmar, Ache, Mali, Nijerya gibi…

Zihin kontrolünün bir başka şekli de bu değil mi?...

***
                Dünyayı yöneten küresel güçler hemen her ülkede ‘Zihin Kontrolü’ yoluyla ‘Küreselleşme’ -tabiî kendilerinin yöneteceği bir dünya – uğruna:’’ siz düşünmeyin, sizin yerinize biz düşünürüz; siz üretmeyin, sizin yerinize biz üretiriz; siz sadece tüketin. Sizin yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarınızı da sizin yerinize biz işletiriz.’’ demiyorlar mı?

                Bugün Ortadoğu’da, Arap ülkelerinde dünyanın en önemli stratejik kaynağı petrolü küresel güçler işletmiyor mu? Ortadoğu’da kan gölüne dönen Müslüman katliamını nedeni bu değil mi? Hem Müslüman nesli yok etmek, hem zenginlik kaynaklarını kullanmak değil mi? Neticede de Nil’den Fırat’a kadar ‘Vâdedilmiş topraklarda Büyük İsrail’i kurmak, değil mi?

                ***       
Avrupa’ya sığınan, sığınmak için yolda yok olan, bir nesil ne yazık ki kimi ölerek, kimi kişiliksizleştirilerek yok oldu, yok olmaya da devam ediyor!... 

19 Temmuz 2016 Salı

DARBE Mİ AKIL, TUTULMASI MI?


DARBE Mİ AKIL, TUTULMASI MI?

ALİ İHSAN TOSUN


 

Orduda, emniyette, milli eğitimde, maliyede!... Hemen her kurumda Fethullahçı yapının olduğunu biliyoruz. Ama hiç kimse böyle bir 'kalkışmaya' cesaret edebileceklerini tahmin bile edemiyordu. Bu ya bir 'cahil cesareti' ya da bir 'akil tutulması' olabilirdi. Öyle de oldu: Akil tutulması!... Çünkü!...

***

Uzun sure önce!... Arkadaş, eş, dost sohbetlerinde!... İlginç bir çıkarımda bulunmuştum!... 'Türkiye’nin başındaki en büyük tehlike Fethullahçı yapılanmadır, demiştim!... Çünkü!..

***

Yine uzun bir süre önce!...  Bir kız çocuğunun ‘Ablalar’dan alıp okuduğu bir roman!...  İlgimi çekti, ben de okudum, an itibariyle adını ve yazarını unuttuğum bir roman.

Romanda güzel bir ‘algı yöntemi’ kullanılmış, küçücük beyinleri etkileyen. Hem de hadisi kendi çıkarlarına göre çarpıtarak!... Dehşete kapıldım, nasıl olur diye? Din adına yola çıkmış, dine hizmet ettiğini düşünen bir oluşum. Ama hangi dine? (hâşa) Uğruna birçoğunun, bileziklerini çoluk çocuğunu düşünmeden çıkarıp verdiği bir oluşum!...

Burada o cemaatte yer alan saf, temiz Müslümanları tenzih ederim.

***

Romanda geçen olayları kısaca özetlersek: İstanbul’da Üniversitede okuyan bir genç kız!... Dindar, kültürlü!... Tatilde Anadolu’nun ücra bir köşesinde bir köye gelir. Belki de aynı köyden…

Buradaki köylü kızlar da saf, temiz, dindar kızlar. Ama ne ki, dinimizin kurallarını çok iyi bilmiyorlar. Bu konuda yetersizler!...

  Üniversiteli kültürlü kız, köylü kızları dini konuda eğitir!... Acaba nasıl? Köylü kızlardan ise oya, nakış gibi işleme öğrenir. Yani bir nevi güzel bir alış veriş!... Bir şeyler öğretirken bir şeyler öğreniyor. Belli ki hiç ihtiyacı olmadığı halde sırf iyi bir iletişim kurmak için!...

Olay malum yıllarda geçer. ‘İrtica’ bahanesiyle karakola şikâyet edilir. Jandarma arabasına bindirilirler.

Köylü kızlar ve üniversiteli kız Jandarma arabasıyla karakola götürülürken tesadüf bu ya bir çeşmenin başında su içmek için dururlar. Jandarmalar iner. Üniversiteli kız bir hadisten bahseder: ‘’Yöneticileriniz zalim ise % 40’a ulaştığınızda isyan edebilirsiniz’, diye.

Sonra; ‘’4 kişi biz varız. Şu asker de dindar birine benziyor. Onu da elde ettik mi % 40’a ulaşırız. Öyleyse fırsatını bulunca isyan edelim.’’

ALGI OLUŞTURMA MI, ZİHİN KONTROLÜ MÜ?

Peygamber efendimizin (SAV) zalim yöneticilerin değiştirilmesiyle ilgili birçok hadisi vardır, ama neden % 40 oranı verilmektedir? Böyle bir hadise hiçbir yerde rastlamadım. Bu, genç beyinlere verilen bir şifre mi? Algı oluşturma mı? Zihin kontrolü mü?

***

Birçok saf, temiz, dindar Müslümanların verdikleri paralarla ‘eğitim’ adı altında birçok okullar açtılar, yurt içinde ve dışında. Bu okullarda binlerce öğrenci yetiştirdiler, eğittiler, okuttular. Bunları devletin kurumlarına yerleştirdiler;  kimi hak ederek, kimi YGS, LYS ve KPSS sınavlarında yolsuzluk yapılarak.

***

Hiçbir zaman % 40’a ulaşamayacaklarını anladıklarında devletin kurumlarına sızarak ‘darbe’ yapıp yönetime ‘el koymayı’ düşündüler, hem de bir Cuma günü !.. Tesadüf mü? Kimin için? Arkasında kimler var? Kime, neye ‘hizmet’?

 ***

Hangi dinde vardır, birinin hakkını bir başkasına peşkeş çekmek? Birisi hak ettiği halde ömür boyu yoksulluk çekecek, intihara bile kalkışacak hak ettiği yere gelemediği için; onun yerine giren ise ömür boyu rahat edecek haksız yere!...   Bu ‘kul hakkı’ değil mi?

***

Artık millet uyandı. ‘Takke düştü, kel göründü’.  Bu millet ‘birlik beraberliğimizi bozanları’ çok iyi biliyor. Kimin, neye hizmet ettiğini çok iyi biliyor.

9 Haziran 2016 Perşembe

TAKVA SAHİBİ İNSANLAR


ALİ İHSAN TOSUN



Takva; Allah’a tam manasıyla inanmak, araya şirke kaçacak herhangi bir aracı koymamak, Allah’a isyandan korkmak, dürüst olmak, haramdan ve şüpheli şeylerden kaçınmak demektir. Takva sahibine ise ‘muttaki’ adı verilir.
Âlemlerin Rabbi ‘takva sahipleri’ için Bakara suresinde;  ‘’Yüzlerinizi bazen doğu, bazen batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler. Bir de söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirenler, hele nler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.’’ (Bakara 177) buyurmaktadır.

***
Yüce Yaratan’ın buyurduğuna göre; önce ‘imanın şartları’na inanmak gerekir. Toplumsal barışı sağlamak için akrabalara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler.  
Takva sahipleri; namazı kılarlar. Namaz Allah’ın en çok sevdiği bir ibadettir. Çünkü namazda süreklilik vardır. Günde 5 vakit Allah’ anmak vardır. Vücut sağlığı için de gereklidir. Hem ibadet hem spor!...
Zekât; toplumsal barışı sağlamanın en güzel yoludur. Zekât verilen toplumlarda zengin- fakir arasındaki uçurum ortadan kalkar. Zengin aşırı zengin olamaz, fakir de muhtaç olacak kadar yoksul olamaz. Bu yüzden Takva sahipleri; zekâtı verirler. Zekâtta yoksulun hakkı vardır. Bu kul hakkı’nı servetinin içine katmamalıdır.

***
Sözünün eridirler. Söz verdiklerinde ne pahasına olursa olsun sözünü yerine getirirler. Kültürümüze yerleşmiş bir deyim vardır; ‘söz senettir’ diye.
Günümüzde çekin, senedin dahi geçerli olmadığı bir zamanda atalarımız, iki şahit önünde söz verdiklerinde mutlaka yerine getirirlerdi. Yoksa hem Allah huzurunda hem toplum önünde sorumlu hale düşeceğinin bilincinde idiler.
Bugün ‘sözünün eri olan, sözünün senet olduğu’ bilincinde olan insan yok mudur? Mutlaka vardır. Örneğin; Hicret Kuruyemiş, Bakliyat, Baharat Gıda’nın sahibi Recep Solak Hoca!... Çek ya da senet beklerken küçük bir kâğıda ödeyeceği meblağın miktarını yazıp vermesi tuhafıma gitti.
‘’Bizde söz senettir. Çek, senet burada geçmez.’’ dedi. Gününden birkaç gün önce de borcunu ödedi. Doğruların yardımcıdır Allah (cc)!...

***
Takva sahipleri; sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterirler. İnsanın dünyaya ‘İmtihan’ için geldiklerini bilirler. Allah (cc) kimi insanları ‘mal’ ile, kimini hastalık ile sınar. ‘Doğru insan’, her ikisine de sabreder, Hz Eyyüb (as) gibi... Hz Eyyüb (as) hastalıkla sınanmıştır. Allah (cc) herkese Hz Eyyüb (as) sabrı verir inşallah!...

***
                Allah’ü Teâlâ; ‘’Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez’’. (Maide 87) buyurmaktadır.
                Herhangi bir şeyi ‘haram’ veya ‘helal’ kılmak sadece Allah’a (cc) mahsus iken temiz olan bir şeyi haram kılmanın doğru olmadığını uyarmaktadır. Dinde aşırıya gitmek de doğru değildir. 
              İslam dini ‘paha biçilmez bir mücevher’ gibidir. Her gelen üzerine ‘bir ip’ sarmıştır, sevap olduğunu düşünerek. Böylece,; birçok ‘bid’at’ ve ‘hurafe’ türemiştir dinimizde. Bu Müslümanları hem dinden uzaklaştırmış, hem de dinden soğutmuştur. Bu yüzden Rabbi’l Âlemin ; ‘aşırı da gitmemiz’ uyarısında bulunmaktadır.

                ***
                Allah’ü Teâlâ, takva sahipleri’nin özelliklerini sayarken; yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip gittiklerini, Rablerinin emirlerine karşı sağır ve kör davranmadıklarını ve onların ‘’ ‘Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ diye dua ettiklerini vurgulamaktadır.  
                ‘’ Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler. (Furkan 72)
‘’Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar’’. (Furkan 73)
‘’Ve onlar ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ derler’. ( Furkan 74)

***
Allah’ü Teâlâ, takva sahipleri’nin  cennetteki makamları ile mükâfatlarını ve kalacakları yerlerini ‘Furkan Suresi’nde şu şekilde tasvir hatırlatmaktadır, düşünenlere!…
‘’İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.’’ (Furkan 75)
‘’Orada ebedî kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır’’.( Furkan 76)

                ***
                Allah (cc); bütün Müslümanları ‘takva sahipleri’nin  zümresine nail eylesin!...

5 Haziran 2016 Pazar

TARİH YAZMAK


TARİH YAZMAK
ALİ İHSAN TOSUN



‘’Tarih; insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan olayları; zaman ve yer göstererek anlatan, olaylar arasındaki nedensel ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkileşimlerini gösteren bir bilim dalıdır. Tarih, geçmişin olaylarını, kaynak malzemelerin eleştirel bir incelemesine dayanarak, kronolojik bir tutarlılık içinde irdeler, genellikle bunların nedenleri konusunda açıklamalarda bulunur.’’
Tarihçi; olayları bizzat görme imkânına sahip değildir. Yani bir fizikçi veya bir kimyager gibi laboratuvarda gözlemleme imkânından mahrumdur. Ancak, olayları gözlemleyenlerin bıraktıkları belgelere dayanarak takip etmek mümkündür. Geçmiş ise herkese farklı bir ışık altında görünür. Tarihçi yazmış olduğu eserinde mutlaka kendi duygu ve düşüncelerine de yer vermiştir. (1)

***
 
               Tarihi gerçekler;  tarihçilerin yaptığı, belgelere dayalı araştırmalar sonucu yazılır. Bazı ülkelerin parlamentolarında kalkan parmak sayısına göre yazılmaz. Aksi halde bir bilim olan ‘tarihi gerçekler’ siyasete kurban verilmiş olur. Politikacılar bilim adamımı değil ki!... Politik çıkarına göre  ‘kabul’ veya ‘reddet’!... Sonra tarih yazdım de!...

***
Tarih yazmak üç aşamalı bir iştir. Önce milletlerin tarihinde önemli tarihi bir olay yaşanır. Bu olay resmi ve resmi olmayan kurumlar tarafından belgelendirilir. Olayı yaşayanlar, anılarını çeşitli vesilelerle anlatırlar. Yeterli bir süre geçtikten sonra, son aşamada tarihçiler –ki bilim adamlarıdır- bu belge ve anıları, varsa canlı tanıkları da dinleyerek tarafsız bir gözle tarih yazarlar. Çünkü tarih bir bilimdir, çarpıtmaya gelmez.

***
Aslında “Ermeni Sorunu” diye bir sorun yoktur. Bir milletin ‘varlık yokluk’ mücadelesi vardır. Tarihte hiç devlet kuramamış Ermenilerin Anadolu’da Batılıların da teşvikiyle devlet kurma mücadeleleri vardır hiç hakları olmadıkları halde. Ermeniler Anadolu’da binlerce yıl hep başka devletlerin himayesinde yaşamışlardır. Bu devletlerden hep zulüm görmüşlerdir. Ne zaman ki Türklerin himayesinde yaşamaya başlamışlar; mutlu, özgür bir hayat sürdürmüşlerdir.

                ***
                Ermeni sorunundan nemalanan başka ülkeler vardır, güçlü Türkiye istemeyen. Özellikle Batılılar kendi katliamlarına bakmadan ‘Ermeni yalanını ‘ fırsat bilerek köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Yutarlarsa!…

Bazı ülkelerin parlamentolarında parmak sayısına göre “Ermeni Tasarısı’nı oylamaktadırlar. Dün Fransa, İsviçre, Danimarka; bugün Almanya!... O Almanya ki Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikimiz idi.
Sahi, neden girmiştik Birinci Dünya Savaşı’na?!... Almanya için değil mi?

***
Olayın aslı Cumhurbaşkanımızın AB’nin dayatması ‘Terörle Mücadele Yasası’nı değiştiremeyeceğimizi kesin bir dille reddetmesi sonucu alınan siyasi bir karardır. Çünkü ‘Terörle Mücadele Yasası’  Türkiye için terörün bitirilmesinde hayati bir öneme sahiptir.

***
Dünya her yıl 24 Nisan’da Amerikan Başkanının iki dudağının arasından çıkacak söze kilitlenmiş, beklemektedir; “Ermeni soykırımı yapılmıştır, yapılmamıştır.”   Bu defa 24 Nisan’ı da bekleyemediler, Almanya’da.
Sevsinler sizin soykırım anlayışınızı, insan hakları anlayışınızı, demokrasi anlayışınızı, çağdaş değerlerinizi.

***
Batı; barbar göçlerin kılıç artığı olarak çıkmıştır ortaya. “Kavimler Göçü” sonucu ortaya çıkan Avrupa, ne zaman medeni oldun da soykırımı parlamentolarında parmak hesabı oylayarak karar veriyorsun!
Önce gel Müslüman Türk’ten öğren de medeniyetten bahset!...
Edebalice kalın!...


NOT (1); Mübahat S.Kütükoğlu
(Tarih Araştırmalarında Usûl, 1998, s.1-35 - özet)

1 Haziran 2016 Çarşamba

TUKETİM ÇILGINLIĞI 25. KARE


ALİ İHSAN TOSUN


                Sinema teknolojisi; ekranda veya perdede, saniyede 24 kare resmin kaymasıyla oluşur. Göz; resimler arasındaki farkı algılayamaz. Sanki resimler canlı bir şekilde akıp gitmektedir. 24 resmin bir eksiği veya fazlası bile görüntünün akışında tutarsızlığa neden olur.

***
                Bu tekniği iyi bilen reklamcılar; 24 kare resimden sonra araya tek bir karelik reklamını yaptıkları ürünün resminin25. kare olarak koyarlar. Sonra tekrar 24 resim ekleyerek filmin akışını bozmadan devam ederler. İki 24 karelik resim arasındaki tek bir resmi göz algılayamaz. Gözden daha gelişmiş beyin bunu algılayabilir. Bu ürünün resmi farkında olamadan beynimize yerleştirir.
                ‘25. kare’ tekniği ile bilinçaltına istenilen mesajlar gönderilerek beyin kontrol altında tutulabilir.  Bu bir ‘algı operasyonu ’dur.

                ***
                Alıveriş esnasında ürünü gördüğümüzde beyin ürünü algılar ve farkında olmadan hiç ihtiyacımız olamadan o ürünü satın alırız.
21. yüzyılda savaşmadan kitleleri bu yöntemle yönlendirebilmek mümkündür.

                ***
                Sinema tekniğini kullanarak dünyadaki birçok şirket bu yöntemle ‘tüketim çılgınlığı’ diyebileceğimiz ‘çılgınlığa’ imza atmış olur. İnsanlar o tür ürünlerin sağlığa faydalı ya da zararlı olduğuna bakmaksızın ‘tüketim çılgınlığı’na katkıda bulunur.

                Burada karlı olan sadece üretici ve satıcı şirketin sahipleri, reklam şirketindekileri, vergi alan dev let!... 

                ***
                Son günlerde medyada ‘gıda terörü’ ile ilgili birçok haberlere şahit oluyoruz. Sağlıksız koşullarda merdiven altı üretim…  Koruyucu madde olarak içerisine katılan kanserojen maddeler… Fare zehri…  
                Sebzelere tat veren yapay aroma, hormonlu sebze ve et, fabrikalarda üretilen çeşitli gıdalar genleriyle oynanmış GDO’lu ürünler ne kadar güvenli?

                ***
                Hükümetimizin bu konuda gerekli tedbirleri aldığı kanaatindeyiz. Dev laboratuvarlar kurarak gıda denetimi yapıldığını biliyoruz. Bir zamanlar İsrail’den alınana DNA’sıyla oynanmış hibrit tohumlar yerine kendi tohumumuzu üretiyoruz.

***
                ‘Tüketim çılgınlığı’ndan yararlananlar kimler? Amaçları sadece ‘kâr’ etmek mi? 25. Kare metodunu kullanarak ‘zihin kontrolü’ yapılabilir mi? Masum çocukların beyinlerini bozuk inanç ve ideolojilerle bulandırabilirler mi? Çizgi filmlerde de kullanılıyor mu? Kullanılıyorsa çocuklarımız ne kadar güvende?

                ***
                Avrupa’da birçok ülkede 25.Kare e yöntemi yasaklanmıştır. Bu yöntemi kullananlara büyük cezalar verilmektedir. Amerika’da da kontrol altında tutulmaktadır. Ya dünyanın geri kalan ülkelerinde?
                Zaten ‘tüketim çılgınlığı’nı ve ‘zihin kontrol yöntemi’ni kullananalar bu ülkelerle birlikte İsrail’deki dünyayı yöneten büyük şirketler değil midir?

                ***
                Peygamber Efendimiz (SAV); ‘’İlim Müslümanın yitik malıdır. Nerede olsa alınmalıdır.’’ sözü ne kadar önemli bir derstir inananlara. Bilim ve teknolojide üstün olan ülkeler dünyayı istediği gibi yönlendirmektedir, sömürmektedir.  
                Bir ülkenin en büyük zenginlik kaynağı; ne yeraltı, ne yerüstü zenginlik kaynaklarıdır. Bir ülkenin en büyük zenginlik kaynağı beyin gücüdür, yetişmiş elemanıdır. Bu yüzden ‘eğitim’e bugünkünden daha fazla önem vermeliyiz.

                ***
                Cumhurbaşkanımızın öğretmenlerimizin eğitimi konusundaki çalışmalarını takdirle karşılıyoruz.

31 Mayıs 2016 Salı


ÇAĞ KAPATAN PADİŞAH
ALİ İHSAN TOSUN

www.edebalice.blogspot.com.tr

 

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

            ***
            Fatih Sultan Mehmet; Ortaçağı kapatan Padişah olarak tarihe geçmiştir.

***
Ortaçağ Türk İslam alemi için aydınlık bir ‘çağ’ iken Batı için karanlık bir çağdır.
            Ortaçağda Avrupa sefaletin, barbarlığın, çağdışılığın, vahşetin yaşandığı bir dönemi geçirmiştir. Allah’ın en şerefli mahlûk olarak yarattığı insanlar asiller, burjuvaziler, köylüler ve köleler diye sınıflara ayrılmıştı. Her alttaki bir üsttekinin emrine amade idi. Üsttekine karşı sorumlu idi.
Kanun önünde asillerle kölelerin, köylülerin hatta burjuvazilerin hakkı bir değildi.
            Ortaçağda Avrupa’da krallar istemedikleri kişileri arenalarda vahşi hayvanlara parçalatmaktan zevk alıyorlardı. Kazıklı voyvodalar sarayın üst katından kazıklara attıkları insanların çığlıklar içerisinde ölümlerinden zevk alıyorlardı. Bu onlar için belki de bir spor karşılaşmasını seyreder gibi zevk veriyor idi.
             Ortaçağ Avrupa’sında Kilisenin etkinliği söz konusu idi. Suçlular kilisenin buyruğu doğrultusunda Engizisyon mahkemelerinde yargılanıyor Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Diğer suçlular çeşitli işkence aletleriyle…
Ortaçağda Engizisyon Mahkemesi; Valdensesler ile Katharlar'ın, kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya başlamaları üzerine, 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu.
Engizisyon Mahkemesi'nde mahkûm suçunu kabul edene kadar işkence görür, eğer suçunu kabul etmezse işkenceden ölürdü. Suçunu kabul ise hapiste çürürdü.
Dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen Galileo Gelilei; Engizisyon mahkemeleri tarafından kiliseye karşı suç işlemiş sayılarak cezalandırıldı.
Avrupa bu şekilde adeta karanlık içinde iken Türk İslam Medeniyeti, insana en güzel şekilde davranmayı kendisine en büyük görev kabul etmiştir...

***
Ortaçağda Avrupa’da “Kavimler Göçü”yle toplumlar yerlerinden sürülüyor, güçlü olanın hâkimiyeti söz konusu oluyordu. Yer değiştirmedik hiçbir toplum, hiçbir insan yoktu.
 Din bozulmuş, gerçek İncil kaybolmuş, kendilerine göre kendi yazdıkları İncil’e inanmaya başlamışlardı. Kilisenin etkisi her alanda kendini göstermeye başlamıştı. Din insanlara mutluluk vermek yerine papazların çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştı.
Ortaçağ Avrupası çeşitli sapık inançlara sahipti. Ruhi bulanıma düşen ya da düşürülen insanların içine şeytan musallat oldu diye insanlar diri diri yakılmakta idi.

***
İşte bu yüzden Fatih Sultan Mehmet ‘Çağ Kapatan Padişah’ olarak anılmalıdır bence!... k olarak yarattığı insanlar asiller, burjuvaziler, köylüler ve köleler diye sınıflara ayrılmıştı. Her alttaki bir üsttekinin emrine amade idi. Üsttekine karşı sorumlu idi.
Kanun önünde asillerle kölelerin, köylülerin hatta burjuvazilerin hakkı bir değildi.
Ortaçağda Avrupa’da krallar istemedikleri kişileri arenalarda vahşi hayvanlara parçalatmaktan zevk alıyorlardı. Kazıklı voyvodalar sarayın üst katından kazıklara attıkları insanların çığlıklar içerisinde ölümlerinden zevk alıyorlardı. Bu onlar için belki de bir spor idi.
Ortaçağda Avrupa’da “Kavimler Göçü”yle toplumlar yerlerinden sürülüyor, güçlü olanın hakimiyeti söz konusu oluyordu. Yer değiştirmedik hiçbir toplum, hiçbir insan yoktu.
Din bozulmuş, gerçek İncil kaybolmuş, kendilerine göre kendi yazdıkları İncil’e inanmaya başlamışlardı. Kilisenin etkisi her alanda kendini göstermeye başlamıştı. Din insanlara mutluluk vermek yerine papazların çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştı.


Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan !
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan ....
 

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!